Burada ki yerel pazar kavramı ile anlatılmak istenen Türkiye'nin herhangi bir ilinde üretilen bir ürünün ülke içinde dolaşıma girmesi olarak düşünülebilir. Bunun ithal ürünlere göre ortaya çıkardığı faydayı saymakla bitiremeyiz orası bir gerçek. Fakat işin daha derinine inersek bunun bir üst tasarımı ile karşı karşıya geldiğimizi görürüz. Yani yöresel , yaşanılan bölge çevresinde ki dağıtım ağları. Peki bu ağlarla ne demek istiyorum biraz açayım.
İthal bir ürün ülkemize giriş yapmadan önce belirli yolları takip etmek zorundadır. Gıdalar üretim bantlarında, uzun yolculuklar boyunca bozulmadan sağlıklı bir şekilde tüketiciye ulaşmasını sağlayan bazı işlemlerden geçiyor. Bunlar arasında meyvelerin daha parlak gözükmesi için kullanılan yöntemlerden, olgunlaşmamış ürünlerin görünümü değiştirecek tekniklere kadar bir çok uygulama mevcut. Aslında bunların yapılması tamamen tüketici talebi ile alakalı. Mandalinayı daha parlak mı seviyorsunuz. Çözümü çok basit tüm mandalinalar teker teker cilalanıp parlatılıyor. Ya da görünüşlerinin aynı olmasını ve içinde ezilmiş olanları almaktan kaçınıyor musunuz. Hemen cevap geliyor ve ürünlerin şekilleri aynı olacak şekilde melezleniyor. Ezilmiş ürünleri olan üreticiler tercih edilmemeye başlıyor veya düşük fiyatla emekleri hiçe sayılıyor. Yani sürekli olarak üst üste eklenmiş bir yığın yapay uygulama seneler boyunca defalarca şekil değiştiriyor ve çiftçinin belini büküyor. Tüketiciye cazip gelecek görüntü ne ise üretici o görüntüyü yakalamak için üretim maliyetini arttırarak pazara cevap vermeye çalışıyor. Üretim maliyeti kısmına vurgu çekmek istiyorum çünkü yolculuğun can alıcı noktası tam olarak burada başlıyor. Sebzeler ve meyveler geçirdikleri değişimden sonra belirli aracı firmalar vasıtası ile toplanıyor ve deniz aşırı ülkelere ithal aşaması başlıyor. Tarım arazisinden toplanarak gemilere aktarılmak üzere paketlenen ürün daha deniz yolculuğuna başlamadan yakıt masrafını üzerine eklemek durumunda. Gemiye yüklendikten sonra ise yolculuğu süresince ortaya çıkan yakıt giderleri iş gücü ve daha saymadığım bir çok kalem harcama bu maliyetin üzerine ekleniyor. Peki bitti mi ? Tabi ki hayır. Ülkeye giriş yapan ürünlerden devlet tarafından alınan vergiyi de üstüne ekliyoruz. Ayrıca ithal edilen ürünün üzerine eklenen kar marjını da son olarak dikkate aldığımız da karşımıza uçuk bir tablo çıkıyor. Fahiş fiyatlarla satılan o el emeği göz nuru meyveler sebzeler. Not olarak eklemekte fayda var. Bu maliyetlerin yanına komisyoncuların ve tekelleşmiş grupların pazarı manipüle ederek fiyatlarla oynamasını ve zaman zaman ürünleri piyasadan çekerek stoklamasını saymıyorum. Tabi ki bunun gibi onlarca oyun büyük aktörlerin sahnesinde her gün oynanmaya devam ediyor.
Peki bunun cebimize verdiği zarar dışında bir noktayı daha fark ettiniz mi ? Tüm o yakıt ve harcanan insan emeği, karşılığında doğaya zarar verecek şekilde geri dönüyor yani aldığımız her meyve karbon ayak izimizi tahmin edemeyeceğiniz kadar çok arttırıyor.
Buraya kadar anlattıklarım işin dramatik ve üzücü olan kısmı. Ayrıca bunun gerçekleşmesi için deniz aşırı ticarete de gerek yok. Ülkemizin içinde de aynı senaryo kısa mesafelerde gerçekleşiyor. Çünkü şehirlerimiz tarım üretimi gerçekleşmediği için tırlara yüklenen uzak illerden gelen ürünler yine aynı döngüde tabaklarımızı çeşitlendiriyor. Tabi ki ithal ürünlere kıyasla daha az zararla.
Nereden geldiğini, nasıl üretildiğini ve üretim aşamasında hangi işlemlerden geçtiğini bilmediğimiz meyve ve sebzelere güvenmememiz şehir hayatında oldukça olağan karşılanabilir. Hatta bu güvensizlik, iç güdüsel olarak seçimlerimizin görünüşe ve fiyata göre yönlenmesine kadar gidiyor.
Fakat bunun için farklı bir çözüm geliştirilebilir. Yani piyasaya olan güvensizliğin ve nitelikten çok niceliğe önem verme eğilimimizin bize zarar verdiğini anladığımız noktada yerel pazarların bu konuda neden alternatif bir çözüm olacağını anlayabiliriz.
Ben kişisel olarak bu yöntemin daha da geliştirilebileceğini düşünüyorum. Düşünüyorum çünkü gerçekten birazdan bahsedeceğim yerel ağ kavramını ülkemiz de gerçekleştiren bazı iyileştirici düşünceye sahip gruplar ve çiftliklerin varlığından haberdarım. Özellikle yöntemlerini de gerçekten geleceğe yönelik bir adım olarak gördüğümü söyleyebilirim.
Yerel dağıtım temelinde çok basit bir mantıkla işliyor. Örnek olarak domates üreticisi bir çiftliği ele alalım. Ürünler hazır hale geldiğinde normalde komisyoncuların ve hal dediğimiz mahsulün toplanıp satıldığı alanların olmadığı bir dağıtım şekli hayal edin. Öyle bir dağıtım şekli ki üretim yapılan alanın 100 kilometrelik bir yarıçapında tüketiciyle buluşuyor olsun ve sizin talebinize uygun olarak direk üreticinin elinden kapınıza kadar gelsin. Bu yöntem aracı masraflarını ortadan kaldırdığı gibi üstelik sizi bizzat üreten elin kendisiyle buluşturuyor. Böylelikle gereksiz maliyetten kurtulan üretici hem fiyatını kendi belirlemekle kalmıyor aracı kurumların yokluğunda ürününü çok daha dürüst bir şekilde pazara indirebiliyor. Dağıtımı kendisi yaptığı içinde tüketiciyle daha sağlıklı ilişki kurması da cabası.
Artılarını özetlemek gerekirse ;
- Kapınıza gelen ürünün kim tarafından üretildiğini biliyorsunuz yani karşınız da muhatap alacağınız bir sorumlu oluyor.
- Ürünün dağıtımı yerel olduğu için bulunduğunuz bölgeye yakın olan araziyi gözünüzle görüp işin nasıl gerçekleştiği ile ilgili sorularınızı cevaplamanız her zaman mümkün. Şahsi düşüncem çoğu tüketicinin bununla uğraşacak imkanı olmadığıdır ama yine de bu olanağı, meraklısı için gerçekten önemli bir ayrıntı olarak görüyorum.
- Dağıtım için gereken yakıt masrafını minimuma indirdiği için bu yöntem karbon ayak izini en düşük seviyede tutacaktır.
- Aracı kurumları veya kişileri ortadan kaldırdığı için satış fiyatları çok daha düşük olacaktır. Bu sayede çiftçi de tüketici de ekonomik olarak güçlenecektir.
- Gıda ürünlerinde tekelleşmenin önüne geçerek yerel piyasa dinamiği yaratacak ve dışarıdan müdahalelere ve krizlere karşı daha dayanıklı bir üretim ağı meydana getirecek.
Bu yönteme yakın ekolojik girişimler gün geçtikçe çoğalıyor. Özünde yerellik bilincini güçlendiren bu oluşumlara yönelmeniz hem çevre için hem de ekonominiz için büyük bir adım olarak görülebilir.
Bu konuda ayrıca tüketiciye düşen sorumluluk ise yerel gıda çeşitliliğine sahip çıkmak olmalıdır. Kültürümüz ve geleneklerimiz bize her zaman elimizde ki imkanları çeşitlendirmek gerektiğini öğretti bu zamana kadar. Burada ki kilit nokta az ile yetinmekten daha farklı. Amaç bölgemiz de ki zenginliği nasıl çeşitlendirebileceğimiz noktasındadır. İnanıyorum ki kültür birikimimiz şimdi ki imkanlarımız ile birleşerek doğada ve tüketim alışkanlıklarımızda büyük değişimler yaratabilir.